28 Mart 2007 Çarşamba

Salzburg Eyaleti!

Gönderen Niliş'in Dünyası... zaman: 16:15
Gectiğimiz hafta aslında belki daha da öncesindeki hafta yani 17 Subat C.tesi günü 4 saatlik bir tren yolculuğunun ardından Avusturya'nın kendisiyle pek bir övündüğü şehirlerden biri olan Salzburg'daydık. Tren yolculuğunu küçüklüğümden beri hep çok sevmişimdir. Avusturya'da tren yolculuğu yapmaksa başka bir keyif çünkü trenler her zaman vaktinde kalkıyor ve ne zaman hangi durakta durup, nerede aktarma yapacağımız konusunda her zaman fazlasıyla bilgiye sahip olmamız sağlanıyor. Aynı zamanda trenlerin 2. sınıf kısmı bile fazlasıyla komforlu. Aslında belki de benim gibi beklentilerini her zaman minimum tutan birisinin söylediği iyimser sözlerdir bunlar. Neyse Salzburg'a geçmeden trendeki teyzelerden bahsetmek istiyorum. İki Çeçen teyzenin bulunduğu kompartımanda kendimize yer bulduk ve teyzelerin Fransızca konuştuğunu öğrendiğim an benim için günün ilk güzel anıydı. Buraya gelmeden önce ODTU'de iki kur Fransızca aldığımdandır herhalde. Tabi biraz da Fransızcayı öğrendikçe artan ilgimle de alakalı olsagerek. Teyzeler öyle sevimliydi ki, surekli bizimle konuşmaya çalışıyorlardı. Nasıl mutlu oldum orada ağzımdan her çıkan doğru kelimeyle beraber! Kimbilir Paris'e gidip sadece birkaç kelime bile olsa konuşsam ne kadar mutlu olurdum!

Salzburg'a yaklaşırken bir ara trenden dışarı baktığımı hatırlıyorum da nehir harika görünüyordu. Graz'ın ortasından da nehir geçiyor ama bu bambaşka bir görüntüydü. Nehrin rengi ayni Canim Silivrimin denizinin rengiydi. Cam göbeği deriz biz o renge :-)
Salzburg, genel olarak küçük ve sevimli bir şehir ve içinden Tuna nehrinin o muhteşem renge sahip kolu geçiyor. Vardıktan sonra azda olsa bir hayalkırıklığı yaşadık çünkü öve öve bitiremedikleri Sevgili Mozart'ın memleketi Salzburg'a özel hiçbirşeyle karşılaşamadık. Tabii mutlaka gezilmesi ve görülmesi gereken yerlere henüz gitmemiştik ama ben daha büyülü bir şehir, daha farklı bir atmosfer bekliyordum.
Ellerimizde haritalarla gezilmesi gereken yerlere gitmeye başladık. Bunlardan ilki Schloss Mirabell - Mirabell Sarayı idi. Sarayın bahçesi çok güzeldi. Orada yaşayanlar için çok özel olduğu öyle belliydi ki! Bir sürü gelin-damat adayı gördük üzerlerinde gelinlikler ve damatlıklarla. Bu bahçe Mirabellgarten olarak anılıyor ve geleneksel olarak evlenecek olanlar önce bu bahçede ki çardaktan geçiyor sonra da kiliseye gidiyorlarmış!
Ardından Mozart'ın doğduğu evin önünden geçtik ayrica Mozart'ın müzesinin de bir kısmını gördük. Mozart'la ilgili olarak özel çikolatalrdan tattık ve ayrıca kedimize hatıra olsun diye çokta küçük olmayan tahtadan yapılmış sevimli Mozart kuklalarından aldık.
Sonraki durağımızsa şehrin en meşhur ve görülesi yeri aynı zamanda da son gördüğümüz yeri oldu. Durağımızın adı Hohensalzburg yani Salzburg'da bir tepede bulunan kalenin adı. Hohensalzburg kalesi 1077 yılında başpiskopos Gebhard tarafından yapılmış ve aynı zamanda Orta Avrupa'nınen büyük, günümüze dek tam olarak muhafaza edilmiş tek kalesi olma önemine sahip. Kale öyle güzel bir yerde ve öylesine büyük ki, oraya girdikten sonra içerideki herşeyi gezip görmek neredeyse yarım günümüzü aldı. Hepsi de ilgi çekici, gerçekten de görülmesi gereken şeylerdi. Kaleye çıkarken yürüdük ama dönüşte o tepeden aşağıya inip çıkan tramvay tipi bir araçla aşağıya indik. Söylenecek çok şey olsa da gerçekten en önemlisi sanırım manzaraydı. Evet, bütün şehir tam anlamıyla kartpostallık bir görüntü veriyordu bizlere. Bu görüntünün resmini çekmek için çokta profesyonel olmak gerekmiyordu. Ben denedim en azından :-)
Salzburgla ilgili olarak aklıma ilk gelen ve dikkatimi en çok çeken tramvay şeklindeki otobuslerdi. Dünyanın başka bölümlerinde eminim çok daha farklıları vardır ancak bildigimiz tramvay hattına bağlı otobusleri ilk defa gördüm ve bana epey ilginç geldi.
Şimdilik bu kadar ;-)

0 yorum:

Yorum Gönder

 

Hayattan minik notlar... Copyright © 2011 Design by Ipietoon Blogger Template | web hosting